Skip to main content

Alzheimer yalnızca yaşlılık unutkanlığı değil, ilerleyici bir beyin hastalığıdır.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Türkiye Alzheimer Derneği Tıbbi Kurul Başkanı Prof. Dr. Başar Bilgiç‘in Alzheimer hastalığına ilişkin röportajı.

🔹 Hastalık ve Erken Tanı 

1. Alzheimer ile normal yaşlılık unutkanlığı arasındaki fark nedir? 

“Alzheimer” bir beyin hastalığıdır; sıklıkla unutkanlık şikayeti ile başlar ve bu unutkanlık giderek artar, özellikle yakın dönem belleği etkiler ve kişi aynı konularla ilgili soruları tekrar tekrar sorar. Örneğin sabah yapılan bir sohbeti birkaç saat sonra bütünüyle unutup aynı soruyu defalarca tekrarlayabilir, randevuları ve ilaç saatlerini kaçırabilir, tanıdık bir mahallede yolunu karıştırabilir, yeni bir bilgi ya da cihaz kullanımını öğrenmekte belirgin güçlük yaşar.  

Yaşlılık unutkanlığı ise artık çok kullanılmayan bir kavram. Ama yaşlanma ile birlikte, hatta 50’li yaşlardan sonra zihinsel işlevlerde belirli bir oranda gerileme olur ki bu normaldir. Bunun tezahürü ise kişilerde yukarıda anlattıklarımdan farklı olarak hafif unutkanlık, hafif algı, planlama  bozuklukları şeklinde olur. Kişiler bu sorunlar yüzünden gündelik hayatta bir sorun yaşamazlar. Bu tarz sorunlar hafif düzeyde olmakla birlikte ilerleyici bir tabiatta değildir.    

2. Erken Alzheimer belirtileri genellikle nasıl başlar? Yol bulma, kelime seçimi gibi değişiklikler ilk olarak ne zaman fark edilir? 

Alzheimer hastalığı 10 hastanın 9’unda bellek sorunları ile başlar. Erken dönemde yakın döneme ait anılar daha çabuk solar; sabah konuşulan bir konu akşama yerini boşluğa bırakır, randevular atlanır, aynı soru kısa aralıklarla tekrar tekrar sorulur. İpuçları verilse bile hatırlama beklenildiği kadar düzelmez ve bu unutkanlık haftalar-aylar içinde giderek artar. Eşyaların yeri karışır; anahtar, cüzdan, gözlük gibi eşyalar alışılmadık yerlere bırakılır. Kelime bulma güçlüğü sıklaşır; kişi konuşurken duraksar, isimleri çıkaramaz ve dolaylı ifadelerle kendini anlatmaya çalışır. Yeni bir cihazı öğrenme, internet bankacılığı gibi adım adım planlama gerektiren işler zorlaşabilir. 

Yol bulma sorunu genellikle hastalık ilerledikçe, bellek sorunlarının aşikâr olduğu bir dönemde kendini belli eder. Önce yabancı veya karmaşık ortamlarda fark edilir; büyük bir alışveriş merkezinin otoparkında ya da yeni gidilen bir semtte dönüş yolu karışır. Zamanla tanıdık güzergâhlarda da tereddütler ortaya çıkabilir. Bu değişimler sinsi başlar ve belirginleşir. 

3. Türkiye’de Alzheimer hastalığının görülme sıklığında bir artış söz konusu mu?

Türkiye, dünyada en hızlı yaşlanan ülkelerden birisi. 65 yaş üstü nüfus oranı bugün yaklaşık yüzde 10 seviyesinde olsa da, 2050’de yüzde 23’e ulaşacağı öngörülüyor; bu da her dört kişiden birinin yaşlı olacağı bir demografiye işaret ediyor. Doğal olarak, yaşlı nüfus artıkça Alzheimer’ın görülme sıklığı da yükseliyor. Güncel tahminler ülkemizde yaklaşık 700 bin Alzheimer hastasına işaret ederken, 2050’ye dek sayının 2–2,5 katına çıkması bekleniyor. Başka bir deyişle, hızla yaşlanan bir toplum olduğumuz için Alzheimer giderek daha görünür hale geliyor. Buna karşın, Lancet Komisyonu’nun raporları, değiştirilebilir risk faktörlerinin yönetimiyle (tansiyon ve diyabetin iyi kontrolü, LDL kolesterolün düşürülmesi, işitme kaybının giderilmesi, sigaranın bırakılması, düzenli fiziksel aktivite, sağlıklı uyku ve beslenme gibi) toplum düzeyinde anlamlı bir risk azalmasının mümkün olduğunu vurguluyor. Türkiye Alzheimer Derneği’nin değerlendirmeleri de bu tabloyu destekliyor; yeni tedavilerle ilgili gelişmeler izlenirken, koruyucu halk sağlığı önlemlerinin yaygınlaştırılması, önümüzdeki yılların en kritik hususu olarak öne çıkıyor. 

🔹 Risk Faktörleri ve Önleyici Yaklaşımlar 

4. Ailesinde Alzheimer hastası olan kişilerde risk daha mı yüksek? Genetik faktörlerin rolü nedir? 

Ailesinde Alzheimer bulunan kişilerde risk, toplum ortalamasına kıyasla bir miktar daha yüksektir; ancak bu, hastalığın mutlaka gelişeceği anlamına gelmez. Riskin ne kadar arttığı, akrabalık derecesi, hastalığın ortaya çıktığı yaş ve kişideki genetik varyantlara göre değişir. 

Geç başlangıçlı Alzheimer (en sık görülen ve 65 yaş sonrası başlayan hastalık) çoğunlukla çok etkenlidir; yaş, damar sağlığı ve yaşam tarzı faktörleriyle birlikte genetik yatkınlık riski şekillendirir. Birinci derece akrabada (anne, baba, kardeş) Alzheimer varlığı, yaşam boyu riski yaklaşık iki kat artırabilir; fakat bu oran kişisel profile göre değişkenlik gösterir. 

“Alzheimer’ı konuşurken en sık adı geçen genlerden biri APOE. Bu genin ‘e4’ denen bir çeşidini taşıyanlarda risk yükseliyor ve hastalık daha erken yaşta başlayabiliyor. Tek bir e4 kopyası olanlarda risk yaklaşık 2–3 kat artabiliyor, iki kopya olduğunda bu oran daha da yükseliyor. Ama e4 taşımak kesin ‘hasta olacaksınız’ demek değil; e4’ü olup hiç hastalanmayan insanlar da var, e4’ü olmayan ama Alzheimer geliştirenler de. 

Daha nadir görülen ‘ailevi/erken başlangıçlı Alzheimer’ ise farklı. Burada APP, PSEN1 veya PSEN2 genlerinde değişiklik oluyor ve bu değişiklik aileden geçiyor. Genellikle 30–60 yaş arası başlıyor ve bu geni taşıyanlarda hastalık çıkma ihtimali çok yüksek. Bunların dışında da Alzheimer riskini etkileyen birçok gen var.” 

5. Kalp-damar sağlığı, diyabet veya hipertansiyon gibi hastalıklar Alzheimer riskini etkiler mi? 

İşi şu şekilde basitçe özetlemek gerekirse “Kalp için iyi olan, beyin için de iyidir”. Kalp-damar sağlığını bozan hastalıklar — hipertansiyon, diyabet, yüksek LDL kolesterol, obezite, sigara, ritim bozuklukları ve inme — Alzheimer riskini artırır ve belirtilerin daha erken görünmesine zemin hazırlar. Kalp damar hastalıkları beyin hastalıkları ile içiçe geçmiş hastalıklardır. Çünkü beyne giden ince damarlar bu yükten etkilenir; küçük damarların hasarlanması ile birlikte metabolik ve inflamatuvar değişiklikler beyinde Alzheimer değişikliklerinin ortaya çıkmasına katkıda bulunur. Kısacası, damarlarımızın hikâyesi aynı zamanda beynimizin de hikâyesidir. 

6. Yaşam tarzı düzenlemeleri (egzersiz, beslenme, sosyal etkileşim) hastalık riskini azaltmada ne kadar etkili? 

Sağlıklı bir yaşam tarzı, beynin uzun yol arkadaşıdır. Mucize yoktur; ama düzenli, sürdürülebilir adımlar, birikerek riskimizi nerdeyse yarıyarıya azaltabilir. Eğitim düzeyini artırmak yaşlılıkta bunamaya karşı en güçlü savunma mekanizmasıdır. Bu nedenle eğitime ara vermemek ve yüksek eğitim almak oldukça önemlidir. Bu konuda siyasetçiler, devlet aygıtı, ebeveynlere de önemli görevler düşmektedir.  

Düzenli fiziksel aktivite, beyne giden kan akımını artırır, damar sağlığını ve insülin duyarlılığını iyileştirir. Aerobik egzersizler bu konuda en önemli egzersizlerdir.  

Beslenmede Akdeniz tipi beslenme, korunma açısından öne çıkmaktadır. Bol sebze ve yeşillik, tam tahıllar, baklagiller, zeytinyağı, balık ve kuruyemişlere öncelik verip kırmızı-işlenmiş et, rafine şeker ve trans yağları sınırlamak daha yavaş zihinsel gerilemeyle ilişkilidir. Tabağın yarısını bitkisel gıdalarla doldurmak, haftada en az iki kez balık tüketmek ve zeytinyağını temel yağ olarak kullanmak, basit ama etkili bir çerçeve sunar. Sofrada yapılan iyi seçimler, zihne sessiz ama kalıcı bir yatırım olur. 

Zengin bir sosyal hayat da “zihinsel kapasiteyi” besler. Düzenli sosyal temas, anlayışlı eş dostlara sahip olmak, iyi bir sosyal çevreye sahip olmak, üretken uğraşlar, yeni bir dil ya da enstrüman öğrenmek, dans etmek, bulmaca ve strateji oyunlarıyla zihni canlı tutmak koruyucudur. İnsan zihni ilişkiyle güçlenir; sohbet, belleğin en kadim dostudur. 

Tüm bunlara eşlik eden destekleyici adımlar etkiyi katlar: tansiyon, diyabet ve LDL kolesterolün kontrolü, sigarayı bırakmak, alkolü sınırlamak, işitme kaybını gidermek (gerekirse işitme cihazı), kaliteli uyku (gece 7–8 saat), uyku apnesi tedavisi ve sağlıklı kilo yönetimi. Orta yaşta atılan adımlar en güçlü sonucu verir; yine de geç değildir — ileri yaşta bile fayda görülür. Bilimsel değerlendirmeler, değiştirilebilir risklerin birlikte yönetimiyle demans vakalarının kayda değer bir bölümünün önlenebileceğini gösteriyor. Küçük ama kararlı adımlar, uzun vadede büyük bir fark yaratır. 

🔹 Tanı Yöntemleri ve Bilimsel Gelişmeler 

7. Günümüzde Alzheimer hastalığının tanısı ne kadar erken konulabiliyor? 

Alzheimer hastalığının tanısı günümüzde klinik belirtiler ortaya çıkmadan konabilmektedir.  Biyobelirteçlerin kullanımıyla, semptomlar başlamadan önce dahi hastalığın beyindeki biyolojik izleri saptanabilmektedir. Bu yaklaşım, doğru sınıflama, uygun hastalarda tedaviye zamanında erişim ve hasta-aile ile erken dönem planlaması açısından önemli bir ilerleme sağlamaktadır. 

Alzheimer patolojisinin temelini oluşturan amiloid ve tau proteinlerine yönelik göstergeler tanıda belirleyici rol üstlenmektedir. Amiloid PET görüntüleme, beyinde amiloid birikimini doğrudan gösterebilir. Beyin-omurilik sıvısında Aβ42/40 oranında düşüş ve fosfo-tau (p-tau) düzeylerinde artış, hastalığın biyolojik imzası olarak kabul edilir. Son yıllarda “kan”dan ölçülebilen p-tau (örn. p-tau217/p-tau181) tanıda çok ciddi bir devrim yaratmıştır.  

Klasik tanısal yaklaşımda tanının temelinde ayrıntılı klinik değerlendirme yer alır. Nörolojik muayene ve standart nöropsikolojik testlerle yakın dönem bellek, dikkat, yürütücü işlevler, dil ve görsel-uzamsal beceriler sistematik olarak değerlendirilir. Manyetik rezonans (MR) görüntüleme, hipokampus ve mediyal temporal atrofi ile eşlik eden damar değişikliklerini gösterebilir; gerekli olgularda FDG-PET metabolik örüntü hakkında ek bilgi sağlar. Eşlik edebilecek diğer nedenlerin dışlanması için B12, tiroid fonksiyonları ve ilgili laboratuvar testleri yapılır. Klinik tablo Alzheimer ile uyumlu olduğunda, biyobelirteçlerle doğrulama tanısal kesinliği artırır. 

8. Türkiye’de bu yeni tanı yaklaşımlarına ulaşmak mümkün mü? 

Türkiye’de Alzheimer tanısında kullanılan yaklaşımlara erişim test türüne ve merkeze göre değişir. Manyetik rezonans (MR) görüntüleme ülke genelinde yaygın olarak uygulanmaktadır. Nöropsikolojik değerlendirme yapan merkezlerin sayısı artmaktadır.  

En önemli güncel tetkiklerden Beyin-omurilik sıvısı biyobelirteçleri (Aβ42/40, p-tau) az sayıda üniversite hastaneleri ve üçüncü basamak bellek/demans polikliniklerinde yapılabilmektedir. Amiloid PET çok sınırlı merkezde mevcuttur ve maliyeti ciddi bir erişim sorunudur.  

Kandan ölçülebilen yeni biyobelirteçler (ör. p-tau, GFAP, NfL) kamuda şu an tek bir üniversite hastanesinde uygulanmaktadır. Ayrıca bazı özel laboratuvarlar da bu tetkiki sunmaya başlamıştır. Önemli olan bu tetkiklerin düzgün platormlarda doğru yöntemler ile bakılmasıdır, yoksa yapılan tetkiklerin yarardan çok kafa karıştırııcı sonuçlar üretmesi olasıdır.  

Ülkemizdeki en önemli eksiklerin başında demans alanında uzmanlaşmış nitelikli 3. basamak merkezlerin sayısının çok az olması gelmektedir. Bu amaçla önce bölgesel olarak sonra da o bölge içinde yaygınlaştırma şeklinde üniversite hastaneleri ve eğitim araşırma hastaneleri bünyesinde  demans merkezlerinin kurulması gerekmektedir.   

🔹 Tedavi ve Erken Müdahale 

9. Mevcut ilaçlar hastalığın seyrini ne kadar etkileyebiliyor? 

Uzun yıllardır kullanılan ve ülkemizde de ruhsatlı olan kolinesteraz inhibitörleri bugün Alzheimer tedavisinde en yaygın kullanılan semptomatik ilaçlardır. Bu ilaçlar hastalığı durdurmaz; ancak bellek, dikkat, konuşma akıcılığı, günlük işlevler ve davranış belirtilerinde mütevazı ama klinik olarak anlamlı bir iyileşme sağlayabilir. Alzheimer tedavisinde kullanılan bu ilaçlardan bir kısmı beynimizdeki sinir hücrelerinin birbiriyle daha iyi iletişim kurmasını sağlayan doğal bir maddenin seviyesini artırarak çalışıyor. Bu ilaçlar özellikle hastalığın hafif ve orta evrelerinde etkili olabiliyor.  

Diğer bir ilaç grubu ise, beyindeki aşırı uyarılmayı dengeleyerek işlev görüyor. Bu tür ilaçlar daha çok hastalığın orta ve ileri evrelerinde, günlük yaşam aktivitelerini sürdürmeye ve davranışsal sorunları yönetmeye yardımcı olabiliyor.Uzun yıllardır mevcut olan bu ilaçlar hastalığın biyolojik ilerlemesini engelleyen ilaçlar değildir. Elde edilen olumlu etkiler ilaçların semptomlar üzerine olan etkisinden dolayıdır.  

10. Özellikle erken evre için geliştirilen yeni tedavi yaklaşımlarının taşıdığı potansiyel nedir?  

Erken evre Alzheimer için son yıllarda geliştirilen yeni ilaçlar, mevcut ilaçlardan farklı olarak hastalığın biyolojisine müdahale ederek hastalığın ilerlemesini yavaşlatmaktadır. Hastaların beynide biriken “Amiloid” isimli proteini temizlemeyi hedefleyen bu yeni ilaçlarla hastalığın klinik kötüleşme hızının anlamlı düzeyde yavaşlatılabilmesi, Alzheimer tedavisinde ilk kez bu ölçekte başarı gösterilebilmiş bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir. 

Büyük hasta gruplarında yapılan çalışmalarda, bu ilaçların Alzheimer hastalığının erken dönemindeki kişilerde, hastalığın kötüleşme hızını ortalama yüzde 20–35 civarında yavaşlatabildiği gösterilebilmektedir. Böylece kişi, günlük işlerini daha uzun süre bağımsız sürdürebilmekte ve hastalığın ilerlemesi geciktirilmektedir. Etkinin, beyin hasarı daha azken (özellikle “tau” denilen diğer birikimler düşük düzeydeyken) daha belirgin olabildiği görülmüştür. 

Bu tedavilerin yan etkileri bulunabilmektedir. En sık olarak, MR görüntülemede saptanabilen hafif beyin ödemi veya küçük kanama bulguları görülebilmektedir. Çoğu kişide bu durumlar belirti vermeyebilmekte; hekimler düzenli MR kontrolleriyle izlem yapabilmekte ve gerekirse ilaca ara vererek ya da dozu ayarlayarak süreci yönetebilmektedir. Kısacası, doğru hasta seçimi ve yakın takip ile yan etkiler çoğu zaman kontrol edilebilmektedir. 

Dünyada gelişmiş ülkelerde onaylanan ve kullanıma giren ilaçlar Alzheimer hastalığında yeni bir dönem başlamıştır. “Bağımlı hale gelmek” hem hastalar hem de yakınları için en fazla sorun ve yıkıma yol açan durumdur. Bu ilaçlara Türkiye’de ulaşmak, hastalar ve aileler için daha fazla bağımsızlık anlamına gelmektedir ve hasta ve yakınları günlük yaşam kalitesini daha uzun süre koruyabilecektir. Türkiye’nin MR altyapısı ve deneyimli uzman kadroları, doğru hasta seçimi ve düzenli izlem için yeterli zemini sağlamaktadır. Uluslararası uygulamalarla uyumlu bir erişim, hastalarımızın güncel bilimsel olanaklardan zamanında yararlanmasını mümkün kılacaktır. 

11. Bu tedavi yaklaşımları Alzheimer’ı gelecekte daha yönetilebilir, “kronik” bir hastalık haline dönüştürebilir mi? 

Bugün için “Alzheimer tamamen yönetilebilir, kronik bir hastalığa dönüşüyor” demek için erken bir dönemdeyiz. Erken evreye yönelik yeni tedaviler umut verici olsa da, önümüzde halen süren çok sayıda klinik çalışma ve cevaplanması gereken önemli sorular bulunmaktadır. Yine de bilimsel gelişmelerin hızı, temkinli bir iyimserliği hak etmektedir. 

Şunu vurgulamak gerekir ki hastalığın biyolojisini hedefleyen ilaçların sayısı artıkça, daha doğru hasta seçimi ve daha iyi izlem protokolleriyle elde edilen fayda güçlenebilir. Farklı etki mekanizmalarını birleştiren “kombinasyon tedavileri” ve daha erken tanı koymayı sağlayan biyobelirteçler, önümüzdeki dönemin en güçlü adaylarıdır. Erken tanı + doğru ilaç + iyi risk yönetimi, hastalığın seyrini anlamlı ölçüde yavaşlatma potansiyeli taşımaktadır. 

Bir başka önemli nokta da yaşam tarzı ve kalp-damar risklerinin yönetimidir. İlaçlar çoğaldıkça, bunların egzersiz, beslenme, uyku ve işitme sağlığı gibi koruyucu adımlarla birlikte kullanılması, “toplam etkiyi” artırabilir. Kısacası, tedavi cephesi genişledikçe, Alzheimer’ı daha yönetilebilir hale getirme ihtimali artacaktır. 

🔹 Toplumsal Etki ve Bilinç 

12. Alzheimer tanısı konmuş bireylerle iletişimde nelere dikkat edilmeli? 

Alzheimer tanısı almış hastalar ile iletişimde amaç, kişinin kendini güvende ve anlaşılmış hissetmesini sağlamak, iletişimi sadeleştirip başarısını artırmaktır. Türkiye Alzheimer Derneği, erken–orta–ileri evreye göre değişen güçlüklerde temel ilkeleri şöyle özetler: kendinizi tanıtarak ve göz teması kurarak başlayın; kısa, basit cümleler ve sakin bir ses tonu kullanın; bir anda tek soru sorun ve çoğu zaman “evet/hayır” ya da sınırlı seçenekler verin; yanıt için zaman tanıyın ve sözünü kesmeyin; eleştirmek, düzeltmek ya da tartışmaya girmek yerine ne demek istediğini anlamaya çalışın; dikkat dağıtan uyaranları (TV, radyo) azaltın; sözü desteklemek için işaret etme, yazı ya da resim gibi alternatif yollar kullanın; mizah ve olumlu beden dilinden destek alın; sözlü iletişim zorlaştığında dokunma, mimik ve jest gibi sözsüz iletişimi öne çıkarın.  

Günlük yaşamı kolaylaştırmak için notlar, etiketler, listeler, takvim-alarmlar ve eşyaların sabit yerlerde tutulması işe yarar; karışıklığı artıran gereksiz eşyaları azaltmak da faydalıdır. Davranışsal sorunlarda problemin kişiden değil hastalıktan kaynaklandığını hatırlamak, sakin kalmak, konuyu yumuşakça değiştirmek, ağrı–rahatsızlık–açlık–uykusuzluk gibi tetikleyicileri kontrol etmek ve güven duygusunu pekiştirmek önerilir.  

Pratik bir çerçeve olarak şunlar akılda tutulabilir: sade dil ve tek mesaj; yavaş tempo ve bekleme süresi, sakin ortam ve görsel/işitsel ipuçları; seçenekli sorular ve rutinler, sözsüz iletişim ve güven verici tutum. Bu temel ilkeler hem kişinin kaygısını azaltır hem de günlük etkileşimleri daha verimli ve saygılı kılar.  

13. Türkiye’de Alzheimer hasta yakınları için yeterli destek mekanizmaları var mı? 

Türkiye’de Alzheimer’la yaşayan bir yakınına bakan aileler, büyük bir sevgiyle ama çoğu zaman yalnızlık duygusuyla hareket ediyor. Sosyal destek ağları dar; dertleşecek, omuz verecek birini bulmak zor. Ekonomik destek sınırlı; ilaç, bakım, ulaşım derken bütçe hızla zorlanıyor. Yatılı ve güvenilir bakım seçenekleri az ve pahalı; “Bir gece içim rahat uyuyabilecek miyim?” sorusu hep akılda. Bakım verenin işinden geri kalması ise görünmeyen ama çok gerçek bir kayıp. Psikolojik destek çoğu aileye uzak; oysa tükenmişlik birikerek geliyor.  

Tüm bunların yanında hasta emniyeti kritik: evin güvenli düzenlenmesi, kaybolma riskine karşı önlemler ve acil durum planları olmadan huzur zor. Ayrıca hastalar için erişilebilir, yaygın ve nitelikli gündüz yaşam evleri, hem bireye sosyal etkileşim ve yapılandırılmış aktivite sunar hem de aileye nefes aldırır. Kısacası ihtiyaç, “yalnız değilsiniz” diyen güçlü bir sistem: erişilebilir sosyal hizmetler, nefes aldıran ekonomik destekler, hasta güvenliğini önceleyen uygulamalar, nitelikli yatılı bakım ve her mahallede ulaşılabilir gündüz yaşam evleri ile kolay erişilen psikolojik danışmanlık. 

14. Toplumda farkındalığı artırmak için en kritik mesaj sizce nedir? 

Alzheimer hepimizin meselesi. Birincisi bu hastalıktan korunmak mümkün. Gelecekte daha da iyi şekilde önleyici tedbir ve yöntemleri bulacağız. İkincisi unutmak bir kader değil; belirtiler başlayınca gecikmeden hekime başvurmak önemlidir. Hastaları damgalamayalım, anlayalım ve destek olalım. Hastalıktan utanmayalım. Alzheimer’ı heryerde utanmadan konuşalım.  Yardım istemenin bir acziyet olmadığını, yardım sunmanın ise en onurlu insan davranışı olduğunu bilelim.